Monday 21 October 2019

Film Gibi Dizi: "When They See Us"



Netflix'te 31 Mayıs 2019'ta başlayan ve 4 bölüm süren bir mini dizi var ki, gerçek hayattan aldığı esintiyle izleyiciyi etkiliyor!

Central Park'ta spor yapan bir kadın, koşu yaptığı sırada dayak yer ve cinsel saldırıya uğrar. İşte bu sırada o civarda bulunan gençler polis tarafından yakalanarak gözaltına alınır. İşte bütün hikâye burada başlar. Korey, Antron, Raymond, Yusef ve Kevin adlarındaki bu beş isim kurban olarak sunulur bu olayın faili olarak. İzleyici aslında bu beş ismin suçsuz olduğunu biliyor ama kafada dönen soru ise, "bu işten nasıl kurtulacaklar" sorusu oluyor.

İlk bölümde olayla birlikte girizgah yapılıyor, işte kafadaki derin sorular dönmeye başlıyor, "bu işten nasıl kurtulacaklar" sorusu. İkinci bölümde ise, bu soruya cevap aranıyor. Tam bir hukuk bölümüydü. Duruşma üstüne duruşma gerçekleşiyor. Üçüncü ve dördüncü bölümlerde zaman ileriye aktarılıyor. Düğüm safhası da işte bu iki bölümde. Esasında film tadı veren de aslında bu son iki bölüm, özellikle de son bölüm.


Dram ağırlıklı olduğu için genel olarak ağır gittiğini söyleyebilirim; ancak ağır bir şekilde ilerlemesi de izlemeye engel değil. Duyguları geçirebilen, hatta özellikle de son bölümde dizi, başka boyuta geçti, film gibiydi. Bu havayı veren de, son bölümdeki muhteşem performansıyla Jharrel Jerome. Kendisi de bu performansıyla Emmy ödüllerinde ödül de kazandı.

Dizide birtakım kavramlar da işlendi; iyilik, kötülük, doğruluk, dürüstlük gibi kavramlardı. Irkçılık konusu geçti, cinsellik üzerine konu geçti, ailevi konuları üzerinde de duruldu. Hukuk üzerinden adalet, insan üzerinden de psikolojik unsurlara inildi. Donald Trump, filmde "kukla" kavramına girdi. Dizide "kukla" olarak yer aldı. Dizide Trump göndermesi de manidardı. Bu olaya ismi karışan isimlerden birisi de Trump'tı. Trump, CNN'e konu hakkında olumsuz yorumlar yapıyordu. Günümüze geldiğimizde bu isimlerden özür dilemediği de biraz araştırma yapıldığında görülür.

Netflix, kısacası başarılı bir yapıma imza atmış. "Central Park beşlisi" olarak geçen isimlerin hayatını mini diziye çekilmesi de, özellikle "ön yargı" kavramı ve "adalet" kavramı üzerinde durulması çok anlamlı. Peki ne yapmalıyız? Donald Trump gibi suçsuz olmalarına rağmen suçlu ilân etmeye devam mı etmeliyiz birilerini, yoksa ön yargıları kırıp olayları anlamaya mı çalışmalıyız? Bu dört bölümde bunu göreceksiniz. Son bölümdeki Jharrel Jerome performansıyla bezenmiş film tadında harika bir bölüm izleyeceksiniz. Hatta kimi zaman sinirlenecek, kimi zaman üzülecek, kimi zaman gözyaşlarınızı tutamayacaksınız, gülme duygusu da eksik olmayacak. Her türlü duyguya girip çıkacaksınız.

9/10

Thursday 26 September 2019

İki Yanlışın Bir Doğru Edip Etmemesi Üzerine: "Elling"



İskandinav sinemasından bir film olan "Elling", 2001 yılında Norveç yapımı olarak vizyona girdi.

Film, psikiyatri tedavisi gören Elling ve Kjell Bjarne karakterleri üzerine kurulu. Annesinin vefatından sonra içine kapanan ve topluma karışamayan Elling, bağımlılık yüzünden hayatı yolunda gitmeyen Kjell Bjarne ile yolları kesişir ve olaylar gelişir. Filmin konusu bu şekilde. Filmde "iki yanlış, bir doğru edebilecek mi" sorusuna cevap aranması söz konusu.


Filmde depresif bir hava söz konusu. İçinde dram söz konusu olan ve karanlıktan aydınlığa çıkış söz konusu olan bir şey varsa, haliyle bu depresif hava söz konusu olabiliyor. Baş karakterleri benimseyip, kendinizi onların yerine koyuyorsanız, karakterlerin hayata karşı değişimlerini gördükçe, siz de o değişimlerden dolayı aydınlanıyorsunuz. Filmin en büyük artısı da bu işte. "Geç olsun, güç olmasın" parolasıyla yola çıkan iki insan, cesaret edip adımları atmaya başlıyor ve olaylar gelişiyor. Motive etme açısından başarılı bir film.

Filmin olumsuz tarafı, filmde geçmişe dair izlerin olmayıp, bir anda konuya girmesi. Geçmiş bilinmediği için karakterlerin profili anlattıkları kadar çizilebiliyordu. Filmin en büyük olumlu tarafı ise, kısa olması. Kısa olduğu için sıkmıyor ama geçmişe inilmediği için baş karakterler havada kalıyor.

Her şeye rağmen izlenesi ve düşünülesi film:
7/10

Tuesday 9 July 2019

Irkçılığa Bol Göndermeli: BlacKkKlansman




2018'de vizyona giren ve Oscar 2019'da boy gösteren "en iyi uyarlama senaryo" ödülünü kazanan bir filmdi "Blackkklansman" filmi!

Filmin başlangıcı hiçbir karakter tanıtımı yapmaksızın bir anda olayların içinde kendini bulan iki karakterin ırkçılıkla mücadelesini anlatıyor. "Irkçılıkla mücadele" derken; iki karakter de casus dedektiftir ve ikisi de "klan" denilen iki farklı toplulukta birbirine değmeden olayların içinde ırkçılıkla mücadele etmeye çalışıyor, yani polis kimlikleriyle olaylara müdahale etmeleri söz konusu oluyor.

Filmin akıcı olmaması, ancak sonlara doğru akıcı olmaya başlaması filmi sıkıcı kılıyor. Karakterlerin tanıtımı yapılmadan damdan düşer gibi olayların içinde bulunulması da gözüme batan bir diğer husustu. Filmin akıcılığı söz konusu olsaydı ve karakterlerin bu noktaya nasıl geldiği anlatılsaydı, belki de film daha iyi olabilirdi.

Filmdeki iki karakterden biri olan Ron Stallworth gerçek hayatta yaşayan biri olduğunu belirteyim. Gerçek hayattan esinlenerek ortaya konmuş film olduğu da filmde belirtiliyordu. Uyarlama senaryo yönünden ödül alsa da, kurgusal anlamda çok iyi bir film olduğunu düşünmüyorum. Bunun sebebi ise, filmin yavaş bir şekilde ilerlemesi ve olaylar arasında oluşan boşluk. Tam olarak zaman da belli değildi. İzlerken herhangi bir zamana da rastlamadım, bu da bir diğer olumsuzluktu.

Bir karakter siyahi, ki son zamanlarda giderek artan siyahiler üzerinden filmler ortaya çıkmaya başladı. Dünyada ırkçılık karşıtı, bilhassa siyahiler üzerinde bilinç olmaya başladı. Siyahiler eskisine göre daha bir insan yerine konmaya başlandı. Hitler döneminde Yahudiler soykırıma uğramıştı, özellikle de o dönemden sonra Yahudiler kendi devletlerini kurmuştu. Yine de tabii Yahudiler üzerinden de Yahudilere ırkçılık yapılması eleştirildi inceden ve ikinci karakter Yahudi idi. Tarih üzerinden de bolca gönderme yapıldı.


Film düşündüren bir yapıya sahipti ama sanki sırf gönderme yapmak için yapılmış gibiydi. Sürekli olarak tarih üzerinden gönderme yapıldı, sürekli olarak ırkçılık vurgulandı. Sanırım ırkçılık üzerinde en çok ve en net vurgu yapılan film, bu filmdi. Aslında konusu iyiydi de, işleyişi tam anlamıyla beğenmedim. Son sahnede ancak hareketlenen bir yapıya sahip oluyor film. Bitişte bile gönderme yapıldı. Hatta bu göndermeye Donald Trump içerlenip, yönetmen hakkında tweet bile atmış.

6/10

Sunday 7 July 2019

Afrika'da Bir Ütopya: Black Panther



Oscar 2019'da aday olan filmlerden birisiydi Black Panther. Hani şu Marvel'den çıkan süper kahraman filmlerinden birisi olan Black Panther...

Black Panther, diğer Marvel filmlerine oranla bir tık daha altlarda kalmış olduğunu düşünüyorum. Çünkü; önceki Marvel filmlerinin verdiği havayı vermiyordu. Ön plana çıkan oyuncular fazla yoktu; sanırım en ünlüsü Sherlock'tan tanıdığımız Martin Freeman olsa gerek. Diğer filmlerde bilindik oyuncu sayısı bir hayli fazla oluyordu, bu filmde onu görmek pek mümkün olmamış.

Filmin yarısı ağır bir şekilde ilerledi. Filmde düşmanın girmesi ve olayların hız kazanması biraz zaman aldı. Teknoloji üzerine fazla ilerlemeye çalıştıkları iyiydi de, bu biraz Thor'u anımsattı. Afrika'nın Thor'u "Black Panther" havasında idi. Yine de hareketli kısımları itibariyle film daha izlenir olmaya başladı.

Stan Lee'yi ayrı bir artı koymak gerekiyor. 2018 yılında hayata gözlerini yuman süper kahraman filmlerini ortaya çıkaran isim olan Stan Lee'nin oluşturduğu süper kahramanlık filminde farklı noktalara değiniliyor. Vibranium adlı metali dünyaya yaymak; yani silah satımı yapmak, herkesi birbine düşürmek gibi kısımlar geçmekte idi. Aslında Amerika'nın filmi, kendi yaptığı şeyi kendisi inceden eleştirmiş gibi oldu. Bu filmdeki bir diğer artı, filmin siyahi bir kahraman figürünün olması. Süper kahraman olarak çok fazla göremeyiz siyahi figürü, hele söz konusu olan Afrika'da geçen bir siyahi kahraman filmi ise. Ne kadar garip değil mi? Batının sömürdüğü Afrika'da teknolojik çığır açan bir ülke. Stan Lee'nin inceden bir dakika civarı kendisini gösterdiğini de belirteyim bu paragrafa parantez olarak.


Süper kahramanlık filmleri derin bir ütopyadır aslında. Söz konusu olan bu film ise, Afrika'nın ütopyası. Peki bu ütopyada oyunculuklar nasıldı? Doğrusu süper kahraman filmlerinde fantastik olaylar ön plana çıktığı için oyunculukların kendisini gösterip göstermesi önemli olmuyor. Göze hoş gelen oyunculuk da göremedim. Kulağıma daha çok oyuncuların Afrika aksanıyla "r"leri bastırarak konuşması geldi.

Thor'un Afrika versiyonu gibiydi. Taht kavgası vardı, bu kez amcaoğulları arasında idi. Thor gibi teknolojik aletler vardı, bir ütopik dünya söz konusu idi. Ölümden dönme söz konusu idi burada da. Aslında genel olarak süper kahraman filmlerinin birbirine benzemesi gibi, bu film de haliyle benziyordu. Özellikle Thor'a benzettim.

Filmin karmaşık bir anlatımı söz konusuydu. Bir anda Afrika'da, bir anda başka bir ülkede bulabiliyordunuz kendinizi. Düşmanın olaya geç girmesi, hatta beklenmedik bir anda belirmesinin uzaması da filmi sıkıcı bir yere sürükledi. Filmin pozitif yanı ise, verilmek istenen mesajlar ve sonlara doğru toparlanması. Bir dizinin pilot filmi havasındaydı, devamı gelecek gibiydi, ki devamı da gelecek.

Devam filminde Stan Lee kendisini gösteremeyecek olsa da, eseri ve eserleri yaşamaya devam edecek.

7/10

Thursday 4 July 2019

Irkçılığa Eleştiri: Green Book

Fragman:



Oscar 2019'un galibi olan, gerçek hayattan esinlenerek ortaya çıkan bir film olan "Green Book", etkileyici bir film olma özelliğiyle ve düşündüren bir yapıda olmasıyla dikkat çekiyor.

Dünyada ırkçılık son derecede fazla olması, özellikle de siyahilere karşı ırkçılık yapılması, insanlığın düştüğü noktayı bize göstermektedir, yani ön yargıyı bizi resmetmektedir. Filmimiz de işte bu eksende ilerlemektedir. 1962 yılında geçen film, Tony Lip'in, Dr. Don Shirley'in şoförü olmasıyla birlikte yaşanan olayları anlatıyor. İki tarafın birbirini yanlışlarını tamamlamasını, arkadaşlıkların ortaya koyuyor.

Hikaye başta sıradan bir şekilde başlıyor. Giriş kısmı, yani Tony Lip ile ailesinin sahneleri benim gözümde boşlukta kalarak ilerliyor. (Bir anda olaylar oluyor, işsiz kalıyor ve geçici iş aramaya başlıyor Tony. Eşiyle sahneleri de boşlukta kalıyor. Eşiyle sahneleri biraz daha fazla olsa iyi olurdu. Evli oldukları bile tam anlamıyla anlaşılamadı.) Esas hikayeye girene kadar tam anlamıyla bir dizinin pilot bölümü havasında gidiyor ve yolculuk başladığında, yani konuya girildiğinde film, film gibi olmaya başlıyor.

Siyahilere karşı ırkçılık, siyahilere karşı ön yargı günümüzde eskisine göre daha az olsa da, yine de var olmaktadır. Amerika'da 2008'de ancak ilk siyahi başkan seçilmiştir, o da iki yıl önce görevi biten Obama idi. 9 yıl boyunca görevde kaldı  Günümüze gelindiğinde ise, özellikle de beyazperde sayesinde siyahilere karşı ön yargılar yavaş yavaş yıkılmaya başlanmıştır. Siyahi oyuncular, Amerika'nın sanat dünyasında yer almaya başlamıştır, ki işte film de ırkçılığın olduğu 1962 yılını anlatıyor. Durağan ve boşluklu bir şekilde başlıyor, ortalarında film açılıyor ve sonu dostlukla bitiyor. "Green Book" vurgusunu da daha çok beklerdim.

Filmi bu kadar etkileyici yapan, filmin gerçeklerden esinlenilmiş olması, izlediğinde "bu kadar da olmaz!" dedirten bir film olması. Film, her geçen dakikasıyla merak ettiren ve şaşırtan, mesaj veren bir yapıda olmasıyla kendisini izletiyor. Gerçekten esinlenilmiş olmasına ayrı parantez açmak gerekir; Tony Lip, 1970'lerden sonra filmlerde oynamaya başlıyor. Dr. Don Shirley, müziğine aynen devam ediyor. İki isim de 2013'te hayata gözlerini yumuyor. İki dost, aynı yıl gözlerini yumması da, kaderin cilvesi olsa gerek.


Filmin oyuncularından Viggo Mortensen çok iyi bir oyunculuk sergilemiş, ki kendisini en son Kaptan Fantastik'te izlemiştim. Orada da çok iyiydi, burada da. Öncesinde izlediğim filmde zayıftı, burada da yemeğe düşkün kilolu biri. Karakteri de yaşıyordu gibi bir şey. Mahershala Ali, soğuk bir karakterdi, ondan olsa gerek, tam anlamıyla oyunculuğunu görmek mümkün olmadı. Linda Cardellini'yi yaşlandırmak için özel çaba sarf etmiş gibiydiler. Genç duruyordu ama yüzü sarkıktı.

İlginç bir ayrıntı: 32 yaşındaki Tony Lip'i 60 yaşındaki Viggo Mortensen, 35 yaşındaki Dr. Don Shirley'i 45 yaşındaki Mahershala Ali, 30 yaşındaki Dolores'i 44 yaşındaki Linda Cardellini canlandırmış oldu. (Geçen yıl yayınladığını düşünecek olursak, bir yaş geriye atabiliriz.)

Konuya girdikten sonrası ve Viggo Mortensen'in performansıyla:

8/10

Bir Ada Hikayesi: Cast Away

Filmi yıllar önce izleyişimde etkileyici gelmişti ama sonradan dikkatle izleyince beklentinin altında kalan bir film oldu. Bir kere baş...